YOLCULUK

Kırk yıl önce Cide’ye üç arkadaşımla birlikte bıldırcın çiftliği kurmuştuk. İşten anlayan veteriner arkadaşımız Ümit’ti. Bir cumartesi günü Ümit, “ Cide’ye gidelim, çiftliği gözden geçirelim Şakir,” dedi.  Ayrıca akşam için  “Veterinerler Gecesi” düzenlemiştik. Ümit sunuculuk yapacak ben de amatörce birkaç türkü söyleyecektim. Bir an önce varıp gelmemiz, geceye yetişmemiz gerekiyordu.

Mevsim kış, Cide yolu çukurlarla dolu, eğri büğrü, çoğu yeri keskin dolambaçlı. Altımızda eski bir 62 model Mercedes. Öyle böyle zorluklarla varabildik ilçeye. Çiftlikteki görevli arkadaş aynı zamanda Ümit’in kardeşi. Onlar işin teknik yönlerini konuşurken ben dinliyor bir yandan da bıldırcınlara bakıyorum.  Çocukluğumda köydeyken geceleri lüks ışığında çok bıldırcın yakalamıştım ama evcil olanları ilk kez burada görüyordum. Bir yanda anne bıldırcınlar bir yanda yumurtadan yeni çıkmış mini mini sevimli yavrular cıvıl cıvıl ötüşüyor. Her şey istediğimiz gibiydi.

Dışarıya çıktık, hava kapatmış, ufak ufak kar atmaya başlamıştı. Ümit, “Buraya kadar gelmişken veteriner arkadaşları da bir görelim, hem fikir alışverişi yapar hem de geceye onları davet ederiz.” dedi. Arkadaşlarla buluştuk, çaylarımızı içerken kar da her yeri iyice ağartmıştı. Bir an önce yola çıkmamız gerek.  Arkadaşlar, “Hava çok ağır, dağlık yerlerde ve özellikle Şenpazar bölgesinde kar çoktur, yolda kalırsınız, Bartın üzerinden gidin.” diye uyardılar bizi. Dedikleri mantıklıydı.

Yola çıktık, kar şiddetlenmiş, yerde biraz yükselmişti. 10-15 km. ilerleyince kar daha da yükseldi, arabamız zorlanmaya başladı. Akşamki etkinliğe yetişmek için gitmek zorundayız. Biraz daha ilerleyip dik bir yokuşa geldik ama araba çıkmıyor. Arabada yük yok, lastikler de kabak olduğundan yerinde dönüyor. Yol kenarındaki tarladan taşları toplayıp bagaja doldurduk. Kar üzerimize lapa lapa yağıyor bir yandan da soğuk soğuk rüzgâr esiyor ama üşümek filan vız geliyor bize o anda. Taşlar işe yaradı, arabamız zar zor da olsa yokuşu çıktı. Dua ediyoruz, bir daha dik yokuş çıkmasın diye.  Biraz daha ilerledik, korktuğumuz başımıza geldi.  Araba gitmiyor, geri geri kayıyor.  Ümit hem gaza basıyor hem de sanki araba bize küstüğünden götürmüyormuş gibi onun gönlünü alarak “Hadi koçum bizi buralarda bırakma” diyor. Ümit gaza basarken ben de arabanın arkasına omzumu dayadım var gücümle itmeye çalıştım. Çok şükür bu yokuşu da atlattık.

Kar her geçen dakika artıyor. Yolda bizden başka kimse yok. Beş on dakika daha ilerleyince ötekilerden daha dik bir yokuşa geldik. Araba yine geri geri kaymaya başladı. Sağ tarafımız deniz, uçurum. Eğer denize uçarsak balıklara yem oluruz. Bizi kimse bulamaz. Karadeniz’in azgın dalgaları dik kayaları dövdükçe beş- on metre yükseliyor. Bir kez daha indim araçtan. Arkadan var gücümle dayanıyorum ama boşa. Arabayla birlikte geri geri kaymaya başladım. Nasıl olduysa tökezledim, ayakkabımın teki çıktı ayağımdan, tekerleğin altında sıkıştı. Ayağım çıplak kaldı ama iyi ki öyle oldu çünkü tekerleğin altında kalan ayakkabım âdeta takoz görevi gördü ve arabanın kayması bir anda durdu. Hemen diğer lastiğin altına da taş koyduk ve arabayı uçuruma yuvarlanmaktan kurtardık. Hani leylekler ayaklarını dinlendirmek için tek ayak üstünde bekler ya, ben de çıplak ayağım havada leylek gibi arabanın yanında duruyorum. Arabaya binsek, aracın denize uçması an meselesi. Bir çözüm bulmaya çalışırken uzakta belli belirsiz bir evin ışığını fark ettik. Gidip yardım isteyecektim. Ümit’in ayakları kocaman benimkisi çok küçük, ondan tekini aldım, çıplak ayağıma geçirdim. Ümit bu kez tek ayak üstünde arabanın yanında dikilirken ben eve doğru yola koyuldum. Yürüdükçe topuğum çıkıyor ama olsun çıplak olmasından iyidir, diyorum.

Kar o denli şiddetli yağıyordu ki eve varana dek kirpiklerimi saçlarımı kapattı. Tanınmaz adama döndüm. Kapıya yaklaşınca, “Dayııı! amcaaaa!” diye bağırdım.  Yaşlı bir adam eskimiş, ahşap pencerenin perdesini araladı,  biraz şaşkın biraz da tedirgin yüzle, bana baktı. “Amca yolda kaldık biz, arabamız gitmiyor” dedim. Bize yardım etmek istiyor ama çok yaşlı, evde ondan başka kendisi gibi yaşlı bir eşi var. Çocukları gurbetteymiş. “Buralarda traktörü olan var mıdır amca?” diye sordum.  “Şu karşı yamaçtaki tuğlalı evde Tahir Usta vardır ama inşallah bir yere gitmemiştir, arabanızı çekiverir.” dedi.

Yağdıkça yağıyor mübarek,  her yer kapandı, göz gözü görmüyor. Bata çıka büyük bir korku içinde yürümeye başladım. Köpekler kokumu aldılar her taraftan havlamaya başladılar. Üzeri karla kaplanmış tarla kenarındaki çitten bir sopa kırdım. Şimdi biraz daha güvendeyim. Neden sonra varabildim tuğlalı evin önüne. Mavi boyalı küçük bir traktör kurulukta duruyor. “Tahir Ustaaa, Tahir Ustaaa!” diye bağırdım. İçeriden telaşlı bir şekilde “Hayırdır hayırdır!” diye seslenerek açtı kapıyı usta.  Böyle bir havada beni üstü başı karla kaplanmış halde görünce şaşkın yüz ifadesi yerini şefkatle bakan bir çehreye bıraktı. Durumu anlattım. Adamcağız üstünü giyindi hemen traktörü çalıştırdı. Geldik bizim arabanın yanına. O arada ayaklarımdaki biri başka öteki başka ayakkabılar dikkatini çekti ama bir şey demedi. Uçurumun kenarındaki aracımızın arkasına dolaşıp lastiğin altında sıkışıp kalmış ayakkabımızı görünce anladı her şeyi. “Verilmiş sadakanız varmış yeğenim, dua edin.” Zinciri tamponun altındaki demire ustaca taktı. Ümit direksiyonun başına geçti.  Tahir Usta traktörle yavaş yavaş çekip kurtardı aracımızı uçurumun kenarından. Tabii arabayla birlikte ayakkabım da kurtulmuştu.

 Yokuşun başına çıktık. Tahir Usta bakışlarını yere sabitledi, kafasında bir şeyler düşünüyor. Biraz duraklamadan sonra, “Gelin bu saatte gitmeyin, misafirim olun, yarın gündüz gidersiniz.” dedi.  Biz ise yola çıkmak istiyorduk. Veterinerler Gecesi’ni biz düzenlemiştik, gitmezsek arkadaşlara çok ayıp olacaktı. “Sağ olasın ustam, sen bize fazlasıyla yardım ettin, acil işimiz var gitsek iyi olacak” dedik. Bizim kararlı olduğumuzu görünce, “Peki o zaman ama bir şartla,  üç kilometre ileride daha dik bir yokuş var, ondan sonrası kolay, ben oraya kadar traktörle sizi çekeyim.” dedi. Tahir Usta özenli biçimde bizi kazasız belasız o yokuştan da çıkardı. Candan, yardımsever bir Anadolu insanına denk gelmiştik. Para vermek istedik, kabul etmedi, “O kadar mazot harcadın bari onu ödeyelim” dedik. Yine kabul etmedi. “Yolculuk hali, herkesin başına gelir.” dedi. Evde yemek için çiftlikten aldığımız bıldırcınlar vardı arabada. Onları verdik zar zor.  Teşekkür etti, “Yolunuz açık olsun.” deyip bizi uğurladı.

Kar sahil tarafından yağdığı için denize bakan yamaçlar kapalıydı. Aracımız şimdi rahat rahat ilerliyor, içerilere doğru gittikçe kar azalıyordu. Arabanın altında kalıp takoz görevi yapan ayakkabımı çıkartıp aldım elime, “Bizim gücümüz yetmedi, sen olmasan araba şimdi denizin dibindeydi.” dedim. Kastamonu’ya vardığımızda saat gecenin ikisiydi. Kendi düzenlediğimiz etkinliğe yetişemedik.