Kanser olduğunu öğrenen bir hastada ilk görülen tepki şok etkisidir. Hiçbirimiz bunun bir gün başımıza gelebileceğini düşünmeyiz. Zamanla inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme aşamalarından geçen kişi hem hayatını sorgulamaya, hem de doğru tedavi ile hayatta kalmaya çalışır. Aslında bu sürecin öncesi hepimizde aynıdır. Hasarlı ve kanserli hücreler herkeste vardır. Peki neden bazılarında kanserli hücreler hızla yok edilirken bazılarında ilerleyerek kanser hastalığına dönüşüyor?

Vücudumuzdaki hücreler sürekli bölünür, yenilenir, yaşlanan ve hasar görenler imha edilir. Bu süreç DNA tarafından yönetilir. Eğer DNA hasarı sonrası kodlarda hata olursa bu denge bozulmaya başlar. Burada devreye bağışıklık sistemi girer ve yine kontrolsüz çoğalan hücreler imha edilir. Eğer bağışıklık sistemi de yetersiz kalırsa işte o zaman tehlike çanları çalmaya başlar.

DNA hasarı çoğunlukla serbest radikal denilen metabolizma ürünleri ve toksinler nedeniyle oluşur. Bunlara çöp de diyebiliriz. Vücuda alınan tüm besin ve kimyasalların metabolizması sonucu oluşan çöpler, antioksidan besin ve takviyeler yardımı ile etkisiz hale getirilmezse hücre ve DNA hasarı yaparak işleyişi bozmaktadır.

Bugün kanser kelimesi ölümle eş anlamlı değildir. Hem gelişen teknoloji ile erken tanı almak hem de gerekli tedavi ve desteğe ulaşmak artık daha kolay. Kanseri birden bire gelen bir felaket yada mutlaka bizi bulacak genetik bir miras olarak görmemek gerekir. Alışkanlıklarımızı yöneterek, kansere uygun olmayan bir ortam oluşturmak ve bu şekilde kanserin oluşmasını veya ilerlemesini önlemek mümkündür.

Kansere karşı alınabilecek önlemler şunlardır:

·  Çevresel faktörlere (tarım ilaçları, sentetik kimyasallar, ağır metaller, sigara, radyasyon, küf vs) karşı dikkatli olmak,

·  Beslenmemizde kanseri teşvik eden besinleri azaltarak antioksidan besinleri artırmak,

·  Kanserde rolü olan biyolojik mekanizmaları psikolojik yaraların beslediğini anlamak ve onları iyileştirmek,

·  Bağışıklık sistemini harekete geçirip tümör geliştiren iltihabı azaltacak bir yaşam tarzı edinmek.

Antikanser çevre

Son yüzyıl içinde hayatımızı kolaylaştıran gelişmeler birtakım sağlık sorunlarını da beraberinde getirdi. Tarım ve hayvan yetiştirme yöntemlerimiz ve sonuç olarak yiyeceklerimiz değişti. Evlerimizde kullandığımız temizlik malzemeleri, tarım ilacı kalıntısı olan yiyecekler, çizilmiş tencere ve tavalardaki ağır metaller, paraben ve hormon içeren kozmetik ürünler, plastik şişeler vs çok sayıda kimyasal maddeye maruz kalıyoruz. İster sağlıklı ister hasta olalım, tümör gelişimini teşvik eden bu toksinlerden korunmamız şarttır.

Kanser şekerle beslenir

Alman biyolog Otto Heinrich Warburg, kanserli tümörlerin metabolizmasında şekerin etkili olduğunu keşfetmesiyle Nobel Tıp Ödülü almıştır. PET taramaları da vücudun içinde en çok glukoz (şeker) tüketen bölgeleri ölçerek kanseri saptamaktadır.

Rafine şeker yada beyaz un tükettiğimizde (bunlar glisemik indeksi yüksek gıdalardır) kan şekeri hızla yükselir ve insülin hormonu salgılanır. Artan insülin ve IGF, hücrelerin büyümesini ve iltihaplanmayı artırarak kanserli dokuların da büyümesini ve çoğalmasını teşvik eder. Dengeli beslenmek ve glisemik indeksi yüksek besinlerden genel olarak uzak durmak bu nedenle önemlidir. Doğal ortamında yaşayan hayvanların ürünleriyle ve mevsiminde organik sebze meyvelerle beslenmek, işlenmiş hazır gıdalardan uzak durmak en doğrusudur.

Zihin-beden ilişkisi

Hayatın zor deneyimleri veya duygusal acı nedeniyle oluşan stres sonrası noradrenalin ve kortizol hormonları salgılanır. Bu hormonlar vücuttaki acil durum sistemlerini harekete geçirerek kalp atışlarını ve tansiyonu yükseltir; sindirim, doku onarımı ve bağışıklık sistemi gibi işlevleri yavaşlatır. Bağışıklık sistemimizde yer alan hücrelerin yüzeylerinde bu hormonlara tepki veren reseptörler bulunmaktadır. Bu konudaki araştırmaları ile bilinen Dr. Candace Pert, duygularımız ile bağışıklık sistemi arasındaki sürekli etkileşimi ‘hareketli beyin’ olarak tanımlamıştır.

Hayatımızın kontrolünü ele almak, duygularımızı ve olayları kabullenmek, zihinsel esneklik ve stres yönetimi üzerinde çalışmak gerekmektedir.

Sağlıklı alışkanlıklar

Egzersiz: Kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik bedenimizi hareket ettirmektir. Sayısız bilimsel çalışma göstermiştir ki düzenli egzersiz ile kanser dahil çok sayıda hastalığı iyileştirmek mümkündür.

Uyku düzeni: Sirkadien ritim (biyolojik saat) ile kanser üzerine yapılmış çalışmalar gösteriyor ki erken yatıp karanlık bir odada uyuduğumuzda gece salgılanan melatonin hormonu, bağışıklık ve iltihaplanma üzerinde olumlu etki yaparak kanser gelişimini azaltmaktadır.

Beslenme: Bağırsak epitel dokusu yanlış beslenme nedeniyle hasar gördüğünde, atılması gereken toksinlere geçirgen hale gelir(GBS). Çoğu alerjik ve otoimmün hastalığın nedeninin bağırsak sağlığındaki bu bozulma ve sonrasında artan inflamasyon (iltihap) olduğu düşünülmektedir. Devam eden inflamasyon ve toksin birikiminin de kanser oluşumunu tetikleyeceği açıktır. Vücudumuza aldığımız gıdaların temiz içerikli ve doğal olmasına, hücrelerimizi de beslemesine özen göstermeliyiz.

‘Hepimizin içinde atıl bir kanser var. Tüm yaşayan organizmalar gibi, bedenimiz sürekli kusurlu hücreler üretiyor. Tümörler de böyle doğuyor. Ama bedenimiz bu hücreleri saptayıp kontrol altında tutan mekanizmalarla donatılmış durumda. Batıda dört kişiden biri kanserden ölürken, dörtte üçü de ölmeyecek. Savunma mekanizmaları kanseri engelleyecek.’

Dr. David SERVAN-SCHREIBER (antikanser kitabı)

https://www.mdpi.com/2072-6643/14/2/348  https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/30600642/

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37726707/