Köyde doğup büyüdüğümden midir nedir çocukluğumdan bu yaşıma değin hep bir av merakı sürüp gelmiştir. Babam ve ağabeylerim de ava düşkünlerdi. Sanırım benim bu işi sevmemde onların da payı vardı.

68 yaşıma dek ruhsatlı kayıtlı bir avcıydım. Yaşlanınca duyma yeteneğim zayıfladı, sağlık belgemi alamayınca tüfeğimin ruhsatını iptal ettiler. Ne var ki ben yılların verdiği bu alışkanlığı, daha doğrusu bağımlılığı üzerimden bir türlü atamıyordum. Bütün riskleri göze alarak bir hafta sonu silah ruhsatı olan arkadaşlarla başka bir kentin kırsal bölgesine avlanmaya gittik. Arabalardan iner inmez arkadaşların hepsi dağlık araziye dağıldı. Birkaç saat av peşinde dolandık durduk.

Öğle saati gelmişti, acıkmıştık. Sözleştiğimiz gibi arabaları bıraktığımız yerde toplanacak, yemeğimizi orada yiyecektik. Buluşacağımız bölgeye yaklaştığımız sırada arkadaşlardan biri yanıma koştu, soluk soluğa kalmıştı, abi sen gelme, hemen saklan bir yere, dedi. N’oldu, hayırdır, dedim. O bölgede koyun, keçi otlatan bir çoban rahatsız olmuş, köyün muhtarına şikâyet etmiş bizi, muhtar da arabasına atladığı gibi doğru bizim arabaların yanına gelmiş, hemen burayı terk edin, diyor. Tamam sen git, bek saklanırım, diyerek yolladım arkadaşı.

Az ileride çalılıklar vardı, kendimi oraya attım. Hararetli konuşmalar kulağıma geliyor ancak tam olarak ne konuştuklarını anlayamıyordum. Bir sorun olduğu belli. Kendimi göstermemek için çalılıklardan çıkmıyordum. Arkadaşlar açısından sorun yoktu, avlanmaları yasaya uygundu. Buna karşın tartışma büyüdükçe büyüyordu. Bense bir şey yapamadığım için eziklik duyuyordum. Hararetli konuşmalar sürerken epey uzaktaki karşı yamaçtan tepesinde lambası yanan bir araç geliyordu. Bu ambulans olamaz çünkü bulunduğumuz alan yerleşim bölgesi değil,  tamamen kırsal bir alan. Çevrede yalnızca koyun, keçi sürüleri var. Araç yaklaşmıştı, kafamı hafif çıkartıp bir baktım, eyvah eyvah, jandarmalar gelmiş. Heyecanım daha da arttı, kalbim küt küt atıyor.  Kendimi daha da gizlemeye çalıştım, iyice pıstım. Üzerimde telefon olmasına rağmen arkadaşları arayamıyorum. Onlar da beni arayamıyorlar. Aradan bir saate yakın süre geçti, ben çalıların altında kımıldamadan bekliyorum. Jandarma arabası çevrede sürekli gezip etrafı gözlüyor. Tedirginliğim arttıkça artıyordu. Bulunduğum yer pek güvenilir değil. Eğer jandarmalar araçla değil yayan gelirse beni kesin bulurlar. Bir çare bulmam gerek. Arka taraftan kaçsam orası açık arazi, kendimi ele veririm. Bu jandarmalar niçin gitmiyor? Uzun süredir beklediğimden çok sıkıldım. Kafamda sürekli sorular… Aklım karmakarışık, kuşkulandıkları bir şey var. Kaçsam, diyorum, buranın yabancısıyım, yol bilmem iz bilmem, nereye gideceğim, ıssız dağlık bir arazi. Aradan en az üç-dört saat geçti ancak jandarma gitmiyor bir türlü. Saatlerdir bir şey yemedim içmedim ancak aklıma açlığım susuzluğum gelmiyor. Böyle olmayacak, dedim, bir yolunu bulup kaçacağım. Peki kaçarsam tüfeğimi ne yapacağım. Esas sorun bu zaten.  Tüfekle kaçarsam birine denk geldiğimde iyice şüphelenmezler mi benden. Hava kararmadan bir çıkış yolu bulmalıyım. Yoksa güneş kaybolunca karanlıkta hiçbir şansım kalmaz.

Yanlış da olsa kaçma kararını verdim. Sırtımdan avcı yeleğimi çıkartıp tüfeğin mekanizma bölgesini sıkı sıkı sardım. Yerdeki meşe yapraklarıyla üstünü örtmeye çalıştım. Ardından meşe filizlerinin arasında yerde sürüne sürüne gizlendiğim yerden biraz uzaklaştım. Tepe yamacını aştıktan sonra onların görüş alanından çıkmayı başardım. Ancak kalbimin hızlı hızlı atışı geçmemişti. Sakince koşmaya başladım. Koşuyordum ancak ne yöne gittiğimi bilmeden… Kafam durmuştu sanki, yalnızca bacaklarım çalışıyordu. Dakikalardır koşuyordum, öyle sanıyorum ki tehlikeli bölgeden en az yedi- sekiz kilometre uzaklaşmıştım. Telefonumu çıkardım ancak telefon çekmiyordu. Issız, çorak bir arazinin ortasında şaşkın şaşkın ilerliyordum. Bazen yavaş bazen hızlı koşarak meçhule gidiyordum. Çevrenin ıssızlığı içime korku düşürmüştü. Yanımda silahım yok, silahı geçtim küçük bir çakım bile yok. Bir yaban hayvanı çıksa karşıma ne yapacağım. Oysa çok güzel bir avcı bıçağım vardı ancak telaştan tüfeğimi sardığım yeleğin cebinde kaldı.

İlerlerken karşı yamaçta yeni sürülmüş bir tarla gördüm. Sanki karşımdaki boş bir tarla değil de eşim dostummuş gibi sevinçle oraya doğru fırladım. Sevindim çünkü işlenmiş tarla varsa mutlaka yakınlarda bir yerde köy de vardır diye düşündüm. Amacım ıssız bölgeden bir an önce kurtulmaktı. Peki biri karşıma çıkarsa ne diyecektim. Beni böyle deli gibi koşarken gördüklerinde akla uygun bir açıklama yapmam gerekecekti. Gerçi üzerimde avcı izi kalmamıştı artık. Mantar toplamaya gelmiştim, yolumu kaybettim, demek en iyisi galiba. Sürülmüş alana geldiğimde tarlanın kenarında traktörün tekerlek izlerini fark ettim. Onları takip ederek traktör yolunda ilerlemeye başladım. Muhakkak yol beni bir yere çıkartacak.  İki üç kilometre daha koşmuştum, uzaktan bir arabanın geçtiğini gördüm. Koşmayı bıraktım, hızlı adımlar atarak gidiyordum artık. Arabanın geçtiği yere geldiğimde asfalt yol çıktı karşıma. Derin bir ohh çektim. Bütün korkularım, aklımdan geçen kötü kötü düşünceler bir anda geçmişti. Yol boyunca ilerliyordum. Yanımdan geçen arabaların sürücülerini tanımasam da varlıkları bana güven veriyordu. Bir süre yürüyünce ilçe tabelası karşıma çıktı, nerede olduğumu anladım. Tabelanın az ötesindeki çeşmeyi gördüm. Kana kana su içtim, elimi yüzümü yıkadım, epey sakinleşmiştim.  Elime telefonumu bir kez daha aldım. Çok şükür çekiyordu artık, hemen oğlumu aradım. Oradan ayrılma baba, geliyorum hemen, dedi.

Saatlerdir koştum, yürüdüm. Biraz uzanmam gerek. Sonbahar olmasına karşın güneşli günlerden biriydi. Karşı tepelerin ardından güneş kaybolacak. Çeşmenin arkasındaki çalılığın dibine attım kendimi, etrafta görünmesem iyi olacak. Oğlum gelene kadar biraz yatayım en iyisi.  Sırt üstü uzanmış, gözlerimi kapatmıştım. Sabahleyin ne umutlarla gelmiştim, yaşadıklarıma kendim bile inanmıyordum. Aradan yaklaşık bir saat geçmişti ki davarın çan seslerini duymayayım mı?  Davar sorun değil de köpekleri ne yapacağım. Onların alanındayım, kokumu alırlar kesin. Beni fark ederlerse parçalarlar. Kendimi savunacak hiçbir şeyim yok. Ayağa kalkmadan yerde yine sürüne sürüne çıt çıkarmadan oluğun başına indim. Hiç değilse yol kenarı. Ben de kaçak yolcu sayılırım. İri kangal köpekleri beni fark etmişti ki tam o sırada mucize oldu, oğlumun arabası dönemecin başında göründü. Arabaya zor attım kendimi. Köpekler de koştular ancak yetişemediler. Oğlum hiçbir şey sorma, bas gidelim, dedim. Dört iri kangal hırslarından neredeyse arabanın tekerleklerine dişlerini geçirecekler.  Gözlerim kapalı gidiyorum. Artık güvendeydim. Kararımı vermiştim, bu benim avcılıktaki son günümdü.