Kendi köyünün işi yetmiyormuş gibi henüz daha sekiz yaşında yevmiyeci olmak... Öte köyden Behice Teyze çıkageldi anneme, "Kız Seher, bu günlük Şakir'i bana gönderiver, ekinleri harmana taşımaya yardım ediversin. Akşama neyse harçlığını veririm." Annem, "Hadi aslan oğlum gidiver, bak Hatice Teyzen para verecek. Aşağı köyden Gaşaltından Mustafa Amcandan eşeği al da gel hemen."
Bizim köy engebeli, çok geniş araziye kurulmuş, üstelik tamamen yokuş. Eşeğin sahibi köyün alt başında, bizim ev üst başında. Git gel 4-5 km. ama olsun vız gelir bana. Para kazanma hevesi ile koşarak gidiyorum, Mustafa Amca eşeği damdan çıkarıverdi, "İstersen üzerine bindireyim, yorulmazsın" diyor. Hanımı karşı çıkıyor, "El kadar çocuk eşeğe bindirilir mi, ya düşerse ne yaparız, başımıza iş açarsın." Yularından çekerek eşeği götürüyorum Behice Teyzenin evine. Evin alt başında ekin desteleri. Tarla desen dimdik yokuş.
İşe koyuluyorum hemen, desteleri kucağıma topluyorum. Temmuz güneşi tepemizden kızdırıyor. Terden yapış yapış oldum. Ekinleri kucakladıkça, kelleleri koynuma doldu. Sanki uyuz olmuşum gibi kaşınıyorum. Eşek desen yerinde durmuyor, ileri geri gittikçe ekinler daha çok koynuma doluyor. Eşeği sarıyoruz, tarlada zikzak çizerek harmana desteleri boşaltıyoruz. Bu sırada komşu çocuklardan Ali köyün harmanında oyun oynamaya başlıyor. Aklım hep orada. Kaçıp gitmek istiyorum yanlarına. Tabii akşam eve giremem, girersem sopayla öldürürler beni. İçim sızlaya sızlaya işime devam ediyorum. İşi bir an önce bitireyim de arkadaşların oyununa ben de katılayım. Eşeği de koşturur gibi çekiyorum. Arkamdan çok yaşlı olan, eşini de yıllar önce yitirmiş Behice Teyze geliyor ağır ağır. Yetişmesini bekliyorum.
İn çık yola devam. Ekin kılçıkları tenimi fena yakıyor. Keten bezinden yapılmış göynek terden sırılsıklam oldu. Neredeyse bayılacağım. Cızlavat lastiğin içinde ayaklarım da terlediğinden ileri geri kaydıkça garç gurç ses çıkarıyor, kurbağa gibi ötüyor. Neyse ki öğle ezanı okunmaya başladı. Behice Teyze seslendi, "Gel oğlum bir şeyler yiyelim, eşek de dinlensin biraz." Evin gölgesine oturduk. Behice Teyze büyüğünden bir köy somunu getirdi. Kalınca bir dilim kesiverdi. Önümüzde salatalık bahçesi vardı. "Hadi oğlum al koparıver, bir tane de bana ver de ısıra ısıra yiyiverelim." İmece olsaydı, makarna veya gözleme yapardı, biz şimdi iki kişiyiz, üstelik ben adamdan sayılmam. İdare ediverdik. Benim aklım zaten yemekte değil ki. Ah şu arkadaşlarla ben de oynasam.
Çabucak karnımızı doyurup işe koyulduk yeniden. Başladık tekrar sefere. Desteyi kucaklamıştım ki elimden et gibi tuhaf bir şey kayar gibi oldu. Ekinlerle birlikte yılanı da tutmuşum. Korkudan çığlık attım, elimdeki ekinle birlikte yılanı savurdum. Ben o mevsimde yılan görmeye alışkınım ama yılana ilk kez dokundum. Behice Teyze beni sakinleştirmeye çalışıyor, yılanın zehirli olmadığını, hiçbir şey yapmayacağını anlatıyor. Tarlada işimiz bitmek üzereydi. Benim de artık çalışmak istemediğimi görünce, "Hadi oğlum, eşeği Mustafa Amcana bırak da gel. Al bakalım şu dört tane 25 kuruş senin hakkın, sağ olasın." dedi. Cebimden mendilimi çıkardım, dört 25 kuruş değil de dört altın bağlar gibi paramı güzelce bağladım.
Çıktım yola, yorgunluk filan duyan kim. 8 yaşımda ilk kez alın terimle para kazanmıştım. Yolda bir yandan eşeğin yularını çekiyor diğer yandan öteki elimle de para mendilini çıkarıp âdeta seviyordum. Eşeği bir an önce yerine ulaştırayım ki arkadaşların oyununa katılayım. Zavallı eşek benim kadar dinç değil, tabii onun dört tane 25 kuruşu yok ne de olsa. Çekiştire çekiştire eşeği sahibine götürdüm. Dönüş yolunda tekrar paralarımı sevmek istedim. Elimi cebime attım, Aman Allahım mendilim yok. Bir anda çılgına döndüm, koşmaya başladım gözlerimi iri iri açarak. Sanki sabahtan beri güneşin altında çalışan ben değilmişim gibi koşuyorum, geçtiğim yerleri bakışlarımla adeta delerek. Kan ter içinde kalarak çalışıp ilk kez para kazanmışım ama onu da düşürmüşüm. Aklım almıyor, kabullenemiyorum. Yokuş yukarı deli gibi koşuyorum. Köyün en meşhur hurmalık yokuşunu bile sanki düz yolda koşuyormuş gibi çıkıyorum. Yol kısaldıkça umutlarım azalıyor.
Yukarı köye vardım, göğsüm inip inip kalkıyor. Ahmet dayımla Mehmet dayımın evinin arasındaki yere geldiğimde gözlerime inanamadım. Mendilim yolun kenarındaydı. Hemen kaptım, paralarım bağlı biçimde duruyordu. Mendilin içindeki yalnızca dört tane 25 kuruş değildi. Benim alın terim, yorgunluğum, bütün emeğim onun içinde sıkıca bağlı duruyordu.