İnebolu’da çok çabalamıştım, epey de yorulmuştum. Hayırseverlerin desteğiyle tüm okullara kitaplıklar kurmuş, bir yılda yirmi bin kitap kazandırmıştık. Türkiye’nin en iyi yazarlarını davet etmiş, ilçede ve köylerde binlerce öğrenciyle buluşturmuştuk. Beden eğitimi öğretmeni olmamama karşın gönüllü olarak öğrencileri çalıştırmış, il düzeyindeki yarışmalarda dereceler almıştık.  Müzik öğretmeni olmamama karşın onlarca öğrencinin gitar, bağlama çalmayı öğrenmesine öncülük etmiştim. Daha pek çok işi başarmıştık.            

İnebolu’da dolu dolu üç yıl geçirdikten sonra Kastamonu’daki bir liseye atanmıştım. Ben okula gelmeden benimle ilgili haberler gelmiş. Haber canlı bir varlık değil ki minibüse binip gelsin, yeni okulumun meraklıları sormuşlar beni. Kimlere sorduklarını bilmiyorum ancak  “komünist, koyu solcu, Alevi, dikkat edin” demişler.  Bunu bana yeni okulumda görev yapan, sonradan yakın dost olduğumuz edebiyat öğretmeni arkadaşım yıllar sonra anlattı.

Dedikodulardan habersizdim ancak ilginç bir biçimde beni gizli gizli süzdüklerinin farkındaydım. Tabii şimdi anlıyorum süzmekte haklılarmış, ilk kez komünist, koyu solcu, üstelik Alevi birisini görüyorlar. Herkese kısmet olur mu böyle değişik biriyle aynı yerde çalışmak.

Göreve başlar başlamaz okulun kütüphanesine el attım. Kütüphane pek çok okulun kütüphanesi gibi berbattı. Hayret değil mi? Okuldaki öğretmenler benim gibi komünist değil, koyu solcu değil, üstelik Alevi de değil ancak kütüphanede çok az nitelikli kitabın varlığı, kitaplıkların, masaların eski püskü durumu, öğrencilerin kütüphaneye uğramaması hiç sorun olmamış onlar için.

Kütüphaneye destek verebilecek hayırseverlere ulaştım, onların sayesinde birbirinden güzel yüzlerce yeni kitap kazandırdık. Bilgisayar ile barkod okuyucu bağışladılar. Yazılım yüklettik, barkodlu düzene geçtik. Hayırseverler aracılığıyla yetkililere ulaşıp bakanlığın yeni masalar, kitaplıklar göndermesini sağladım. Kütüphanede dinle ilgili kitaplar da yok denecek kadar azdı. Kastamonu Müftülüğüne gittim, müftü ile görüştüm, adamcağız şaşırdı, o kadar yerde görev yaptım, ilk kez okul kütüphanesi için benden kitap isteyen siz oldunuz, dedi, öyle mutlu oldu ki kitapları tek başınıza taşımayın, deyip makam aracıyla beni okuluma şoförüyle gönderdi.

Kütüphaneyi donatmak yetmiyor, bundan önemlisi çocukların okumasını sağlamaktı. Kitap okuyan öğrencilere bayrak törenlerinde okul yönetimiyle birlikte armağanlar verdik, yerel basını da davet ettik, çocuklar yerel gazetelerde fotoğraflarını görünce mutlu oldular. O yıl öğrencilerin bolca kitap okuduğu bir dönemdi.

Gelelim benimle ilgili nitelendirmelere. Annem babam Erivan’da yaşayan Ermeni ailenin bireyleri olsaydı ben de doğal olarak Ermeni olacaktım. Tel Aviv’deki Yahudi bir ailenin çocuğu olsam Yahudi olacaktım. Benim payıma Sünni Türk anne babanın çocuğu olarak Çorum’un Kargı ilçesinde doğmak düştüğüne göre ben de Kargılı Sünni Türk olmuşum. İyi de bunların hiçbiri benim seçimim değil ki. Ayrıca Ermeni olsam da mutlu olurdum, Yahudi olsam da, Fransız olsam da, Alevi olsam da… Yahu bunlarla üstünlük kurmak çok saçma değil mi? Şimdi Berlin’deki Alman Edward’a sorsak Alman olduğun için mutlu musun diye? Tüh ya hiç mutlu değilim, keşke Çorum’un Kargı ilçesinde doğmuş bir Sünni Türk olsaydım mı diyecek?

Ben ülkemi, kültürümü seviyorum ancak benim seçimim olmayan adlandırmaları bir üstünlük olarak görmüyorum.

Peki bazıları görüyor mu? Benim için Alevi diyerek kendileri Sünni oldukları için sözde üstün olduklarını düşünüyorlar. Ne diyeyim bu zavallılara, halkımızın sık kullandığı sözü söyleyeyim, Allah ıslah etsin. İlçedeki değişik etkinliklerde bağlama çalıp türkü söylüyordum, elbette deyişleri de çok sevdiğimden onları da seslendiriyordum, adım da Ali ya, Alevi olduğum kanısına öyle varmışlardır.

Peki neden bazıları, insanları kimliklerinden, seçimlerinden ötürü suçluyor? Bunu psikoloji bilimindeki savunma araçlarıyla açıklayabiliriz. İnsanlar eksiklerini böyle örtebilir. Tembel tembel yatarsınız, çalışan biri mi var, onu suçlamanız, kendinizi böylelikle rahatlatmanız gerek. Yoksa yenemediğiniz kıskançlıkla nasıl baş edeceksiniz?

Gezerken elimde Cumhuriyet gazetesini taşıyordum, bir de orada görev yaptığım yıllarda kırmızı atkı takıyordum. Tamam işte, komünist olduğumu hemen anlamışlar canım. Kaçar mı hemşerim, çok zekiler. Havada leylek mi gördüler, o da goministtir, gagası kızıl değil mi?

Sevgili ülkemde birilerini suçlamak için komünist diyen birini görürseniz sorun, bakalım kaç doğru cümle kurabilecekler komünizmle ilgili? Merak edenler için söyleyeyim, komünist değilim ama sosyalistim. Sosyalist bir düzenin tüm insanlar için iyi olacağını çok iyi biliyorum.  Tabii sosyalizmle komünizm ayrımını da yaşamları yalnızca dedikodudan oluşan kişiler bilemez.

Ülkemizde komünistlerin, komünizmin nasıl görüldüğünü, Aziz Nesin “Yokuşun Başı” adlı anı kitabında gülünç bir olayla anlatır. “Komünist olduğu ihbarıyla evi aranan bir öğretmen polislere, “Ben antikomünistim!” deyince polis de, “Ben sana hangi cins komünist olduğunu sormuyorum, orası mahkemenin bileceği bir şey… Antikomünist mantikomünist, hangi cinsten olursan ol, komünistsin ya, ona bak!” diye paylar.

Sevgili Çehov’un, “Yaşam seni güldürmüyorsa espriyi anlamadın demektir.” diye bir sözü vardır. Yaşamda tanık olduğum kimi kişiler, olaylar beni güldürüyor. Güldürmekle kalmıyor yazılarıma malzeme bile oluyor.