Saldırganlık, kelime anlamı ile başka birine zarar vermeyi veya acı çektirmeyi amaçlayan kasıtlı davranışları içermektedir. Burada kastedilen acı, fiziksel olabildiği gibi sözlü ya da psikolojik bir acıyı da tanımlamaktadır. Saldırganlık aslında kişinin sınırlarını korumak ve kollamak adına gösterdiği bir davranışken, günümüzde kişinin çıkarlarına ulaşmak, ihtiyaçlarını tatmin etmek amacıyla saldırgan davranışlara başvurduğunu görebiliriz. Bu sebeple saldırganlığın tanımı, nereden köken aldığı ve neler yapılabileceği üzerine konuşalım istedim.
Saldırganlık öfkenin duygusal boyuttan çıkıp, dış dünyada gözlenebilen, bir nesneyi veya bir kişiyi etkisizleştirmeye veya onu yok etmeye yönelik davranışların tümü olarak adlandırılmaktadır. Saldırganlık ile ilgili literatüre bakıldığında sözel, ilişkisel ve fiziksel olmak üzere, 3 çeşit türü olduğu gözlemlenmektedir. Fiziksel agresyonla birlikte, kişi düşmanca bir saldırganlık gösterebilir ve acıya/yaralanmaya neden olabilmektedir. Çoğu zaman sözel saldırganlık için de kasti olarak yaralamayı amaçlayan bir niyet ararız. Kişiler sözel olarak kırıcı ve zarar verici konuşabilmektedirler. İlişkisel saldırganlık ise genellikle kadınlarda gözlemlediğimiz; ilişkilerini manipüle ederek diğer insana zarar verme şeklindedir. Örneğin, kötü bir dedikodu yapmak, etrafa yanlış bir dedikodu yaymak, kötülemek veya aşağılamak olarak değerlendirilebilir.
Genel olarak saldırgan davranışların ortaya çıkmasında çok çeşitli perspektifler bulunmaktadır. Biyolojik, psikolojik ve sosyo kültürel boyutlar saldırganlığın ortaya çıkmasında öncül olabilmektedirler. Tek biri yeterli olmasa da 3 boyutun kombinasyonun saldırganlığa yol açtığı düşünülmektedir. Öncelikle, bugün saldırganlığın biyolojik ve sosyo-kültürel boyutu üzerinde duracak olursak;
Biyolojik kökenine bakıldığında, bazılarımızda genetik olarak saldırganlığın kodlandığı düşünülmektedir. Aslında genlerle bizlere saldırganlık aktarılabilmektedir. Öte yandan testesteron hormonunun varlığı da saldırganlıkla ilişkilendirilmektedir. Bu hormonun fazla olmasının saldırganlığı arttıran bir faktör olduğu bilinmektedir. Bu hormon genellikle pek bilinmese de her iki cinsiyette de vardır ancak erkeklerde daha fazladır. Yapılan bir çalışmada, hapishanedeki şiddet suçu olan insanların, şiddet suçu olmayan insanlara göre daha fazla testesterona sahip olduğu bulunmuştur. Cinsiyet farklılıkları bir diğer etkendir. Hormonlardan ve evrimsel bakış açısından erkeklerin kadınlara göre daha saldırgan oldukları düşünülmektedir. Erkekler, fiziksel saldırganlık gösterirken, kadınlarda daha çok ilişkisel saldırganlığın olduğu bilinmektedir.
Cinsiyet ve saldırganlık faktörleri üzerine yapılan bir çalışmada 11 farklı ülkeden gençler, çatışma içeren hikâyeler okuyorlar ve gençlerden hikâyenin sonunu kendilerinin yazması isteniyor. Genç erkeklerin kadınlara nazaran, karmaşa ve çatışmayı şiddet içeren çözümlerle tamamlamaya daha fazla eğilim gösterdiği sonucuna varılıyor. Bu noktada, saldırganlığı evrimsel açıdan ele alacak olursak, bu durum, fiziksel saldırganlığın genetik olarak erkekler de programlandığını, çünkü onların gruplarını ve genlerini savunmalarını sağladığını savunuyor. Saldırganlığın evrenselliği, saldırganlığın hayatta kalma değerini gösteriyor ve en eski zamanlardan bu yana çeşitli nedenlerden ötürü erkeklerin genetiğinde bu durumun varlığı düşünülüyor.
Saldırganlık ile ilişkili davranışlar birçok kültür içerisinde çeşitli şekillerde tartışılmaktadır. Bazen biyolojik bir kökenden geldiği düşünülen agresyon bazen de sosyal açıdan ele alınmaktadır ve sosyo-kültürel durum, insanlar üzerinde hormonlardan veya genetik yatkınlıklardan bile daha önemli hale gelebilmektedir. Bazen sosyal koşulları değiştirmek, davranışı değiştirebilir örneğin, rekabetçi bir koşul varsa rekabet arttıkça saldırganlık artabilir. Ya da sosyal açıdan, ‘’namus kültürleri’’ diye adlandırabileceğimiz kültürlerde aile içi şiddet ve saldırganlığın daha fazla olduğu gözlemlenir. Bu tür kültürlerdeki bireylerin, bir erkeğin bir kadına, namusunu tehdit ettiğine inanıyorsa fiziksel olarak saldırmasının uygun olduğuna inanıldığı için saldırganlık sosyal bir patern haline dönüşebilir.
Yani çoğu zaman toplumsal kodlamalardan dolayı ve grup halinde düşünmekten ötürü, tek başımıza daha sakin verebileceğimiz bir tepkiye/karara, daha saldırgan bir açıdan yaklaşabilmekteyiz. Çünkü genellikle etrafımızdaki insanların ve grubun inandığı fikirleri benimseriz. Bu durumu bazen medyada da görüyoruz. Birisinin yüzüne karşı söyleyemeyeceğimiz şeyleri (örneğin, sosyal medya hesaplarındaki kötü yorumlar) etrafımızdaki insanlar kötü davranışlara teşvik ettiği için bizlerde saldırganlık içeren davranışları sergileyebiliyoruz. Yani sosyo-kültürel boyut hem grup halinde olmanın verdiği bir kimlik belirsizliğini hem de toplumsal kodlamalarla bizlere öğretilen fikirlerin saldırganlığı arttırabildiğine yönelik yaklaşımı savunmaktadır.
Bir sonraki hafta, agresyona sebep olan psikolojik etkenleri konuşuyor ve öfkemizi minimize etmek için neler yapacağımızı değerlendiriyor olacağız.
Hepinize iyi haftalar dilerim.