Birey, içinde yaşadığı ortam ile psikolojik olarak karşılıklı bir etkileşim içindedir. Aile içinde tekrarlanan ilişkilerle hem kendi psikolojik yapısı, hem de ailenin psikolojik yapısı biçimlenmektedir. Çoğu hastalık; kişi, aile ve sosyal şartlar göz önünde bulundurulmadıkça anlaşılmaz. Bu sebeple tedavi sürecinde ve hastalığın seyrinde, patolojik tanı alan birey ile birlikte aileyi de ele almak oldukça mühim olacaktır.
Günümüzde ruh sağlığı alanında hizmet veren kişiler ‘’biyopsikososyal model’’ dediğimiz kavrama göre değerlendirmeler yapmaktadır. Bu modele göre, sağlık ve hastalık kavramları; biyolojik, psikolojik ve sosyal değişkenlerin etkileşimleri ile şekillenmekte ve bu 3 boyut ele alınarak incelenmektedir. Kişiyi ‘’biyolojik açıdan’’ ele alırken genetik kavramlar, nörolojik durumlar gibi etmenleri değerlendirir, ‘’psikolojik açıdan’’ ele alırken, kişinin aldığı tanı kategorisine göre incelemeler yaparız. (Örneğin anksiyete bozukluğunda semptomların ne kadarını yaşıyor diye taramalar yapılır). Son olarak ‘’sosyal açıdan’’ bakıldığında, ailenin tutumu, akran ilişkileri ve kültür gibi boyutları değerlendirmekteyiz.
Bu bağlamda ruh sağlığı alanında ailenin yeri oldukça mühimdir ve aile ile birlikte ilerleyen tedavi süreçleri çok daha etkin sonuçlar göstermektedir. Ancak bazı engeller aile bireylerinin hastalığa karşı tutumlarını negatif yönde etkileyebilmekte ve hastalığın seyrine etki edebilmektedir. Örneğin ruhsal bozukluklar; toplumun hastalığı bilmemesinden ya da yanlış anlamasından dolayı korku ve stigma ile çevrilmiştir. Stigma kavramını, “Bir kişiyi diğerlerinden ayıracak şekilde o kişinin gözden düşürülmesi, diğer insanlardan aşağı görülmesi ” olarak tanımlayabiliriz. Bir diğer adıyla “etiketleme” veya “damgalama” yaratan stigmalar bazı hasta gruplarına karşı toplumun tavır almasına sebep olabilir. Örneğin ruh sağlığı ile ilgili bir tanı aldığı için kişiye ‘’deli’’ veya ‘’tehlikeli’’ gözüyle bakıyor olmak stigma yaratan bir duruma uygun bir örnek olabilir.
Günümüzdeki iletişim araçlarının son hızla gelişmesi (internet, gibi) kişilerin daha fazla anksiyete yaşamasına neden olmakta ve kişileri daha fazla etiketlemeye ve daha fazla ayrımcı davranmaya itmektedir. Örneğin bir ruhsal hastanın birini öldürmesi ya da saldırgan davranması televizyon ve gazetelerde tekrar tekrar gündeme gelir ve bu da toplumu görsel olarak etkiler. Sanki ruh sağlığı her boyutuyla adli vaka unsuru olabilirmiş gibi örnekler sunulmaktadır. Oysaki böyle bir durum mümkün değildir.Bu bağlamda evde ki her bireyin psikoeğitim alması ve psikolojik rahatsızlığın ne olduğunu, hastalığın doğasını, seyrini ve tedavisinin nasıl oluştuğunu, hastalığın nasıl semptomlar gösterdiğini ve ne kadar sürebileceğini biliyor olması oldukça önemli olacaktır.
Bir diğer nokta ise, ailenin, tanı alan bireye karşı duygularını ve fikirlerini nasıl ilettiğidir. Örneğin psikiyatrik tanı almış birisini düşünelim. Kişinin yaşadığı semptomlar yoğun ve karmaşık olabilir. Yorgunluk, halsizlik, keyifsizlik gibi semptomlarla karakterize olmuş bu tanı ve özellikleri aile içerisinde farklı anlaşılabilir. Aile üyeleri semptomlara yönelik olumsuz eleştiri yaptıklarında bu durum bireyin tanısını ve ilerleyişini negatif yönde etkileyebilir. Örneğin aşırı yorgunluk belirtileri gösteren kişiye, devamlı olarak, ‘’Sürekli yorgunsun’’, ‘’Hiçbir iş yapmıyorsun.’’ gibi cümlelerle baskı yapmak sürece olumsuz etki edecektir.
Bu sebeple, ruhsal sorunu olan insanlar ve aileleri için en etkin tedavi sürecini yönetebilmek ve hastalığın seyrini pozitif anlamda değiştirebilmek adına, aileden beklenen bazı tutumlar olabilir. Örneğin;
- Hastalıkların doğasını, seyrini ve tedavisini tanıyor ve biliyor olmak,
- Hastalıkla ilgili oluşabilecek semptomları ve etkilerini anlayabilmek,
- Medyanın adli suçlarla ruhsal hastalıkları birleştirmesine karşın adli suçluların büyük kısmının ruhsal hasta olmayan kişiler olduğu yönünde bilgilenmek,
- Aile üyeleri arasındaki karşılıklı etkileşimlerin kıymetli olduğunu fark edebilmek, sohbet edebilmek ve duygular üzerine konuşabilmek,
- Aile gerilimlerinin azaltılması (yapılan araştırmalarda aile içi çatışmaların hastalığın seyrini olumsuz etkilediği görülmektedir)
- Aile bireylerinin olumlu ve olumsuz duygularını nasıl ilettiklerinin önemi,
- Her bireyin birbirini dinlemesinin önemi,
- Sözel olmayan iletişimin pozitif önemi, (jest mimik, fiziksel temaslar, sarılmak gibi)
- Konuşmanın ilgili kişiye doğrudan yöneltilmesinin gerekliliği,
- Ailenin hastalıkla ilgili oluşabilecek akut epizotlara neden olan durumları ve olayları anlamasının önemi gibi birçok durum ailelerden beklenen tutumlar arasında olabiliyor.
Özetle, tüm karmaşıklığın içerisinde, ne yaşandığının farkında olmak, deneyimlerinizin biricik ve özel olduğunu kabul etmek, her ne kadar başa çıkmak zorda olsa süreci nasıl yönetebileceğinize dair fikir yürütmek oldukça kıymetli olacaktır. Aileler olarak, evin içerisinde elinizde olmadan gerilimler çıkıyor ya da tansiyonlar yükseliyor olabilir ancak ortada ruh sağlığı ile ilişkili bir durum oluştuğunda daha farklı pencereden bakabilmek ve tüm zorluklara rağmen destek olmak çok değerli.
Hepinize sağlıklı haftalar dilerim.
Keyifli okumalar!
Kaynak: Duman, Z. Ç., & Bademli, K. (2013). Kronik psikiyatri hastalarının aileleri: sistematik bir inceleme. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 5(1), 78-84.
Bilgin, B. (2007). Ruh sağlığı bozuk olan bireylere sahip ailelerin ruhsal hasta ve hastalığa ilişkin görüşleri (Doctoral dissertation, Sağlık Bilimleri Enstitüsü).